30 Kasım 2012 Cuma

"LEŞ" GİBİ BİR KİTAP!

“Tüyler ürpetici, nefes kesici, soluksuz bırakacak bir roman!..” gibi çok klişe laflar vardır ya kitap kapaklarında… İşte onların hepsini bu kitap için tek tek ve canı gönülden kullanmak istiyorum! O ne kitaptı öyle!.. Helal olsun deyip Chattam’ın sırtına pat patlamak geliyor içimden. Zaten benim için Chattam her zaman Grange’ın önünde olmuştur. Henüz Grange kadar çok kitabı yok ama gene de benim için cinayet romanlarında birinci isimdir. Leş’te de yine hedefi 12’den vurmuş. Ha, ne vardı, çok mu özgün bir konu, hiç yazılmamış şeyler mi yazmış derseniz tabi ki hayır. Oldukça klasik bir cinayet romanı. Ama okumuyorsunuz gerçekten görüyorsunuz. Chattam’ın kitaplarında bana olur bu.. Çok iyi bir betimleyicidir ama gereksiz yere de uzatıp insanı sıkmaz. Kitaplarını düşününce birçok sahnesi sanki bir filmde görmüşüm gibi gözümün önüne geliyor. Şu anda da Leş’i düşününce de aynı anda birçok sahneyi hatırlayabiliyorum. Mesela Grange’da pek yaşayamam o duyguyu. Sisle Gelen Yolcu’da sadece iki üç sahne gözümde canlandı ama Leş’te baya fazla ki sayfa sayısı bakımından da Leş, Sisle Gelen Yolcu’nun ancak üçte biri olabilir. Yalnız çok ilginç bir durum vardı bu iki yazarın kitabında. Önce hangisi çıkmıştı tam bilmiyorum ki çok da önemli değil aslında; ikisinde de bir cinayetin en önemli kısmı aynıydı, resmen pişti oldular! Sisle Gelen Yolcu’da ilk cinayette kurbanın başı kesilip yerine boğa başı konmuştu. Leş’te ise ilk cinayette kurbanın başı alınıp yerine koç başı konmuştu. Bu kadar büyük iki yazar için milyonda bir olacak bir rastlantı! Birbirlerinin kitaplarını okuduklarında yaşadıkları şoku öyle merak ediyorum ki, suratları kimbilir nasıl olmuştur! Ama okuyucular için hoş bir sürpriz gibi oldu bence, zaten cinayetlerin işleniş tarzı ve yeri çok farklıydı sadece hayvan başı aynı.
Leş çok hızlı başlayıp yavaşlayan kitaplardan. Gerçi yavaşlamasında benim de hatam var, çünkü bir kitabı okurken yapılmaması gereken tek şeyi yaptım: dayanamayıp sonuna baktım. Ama kitap o kadar hızlı başlıyor ve merak duygunuz o kadar tavan yapıyor ki bu da yazarın hatası bence. Merak bile dozunda tutulmalı aslında. “Leş’i okurken sonuna bakanlar” diye bir anket yapılsa yüzdesi baya fazla olur herhalde. Tavsiyem siz sakın bakmayın çünkü sonunu bilince okurken biraz yavanlaştı kitap, tempo düştü ve heyecan azaldı. Bir de iğrençliğin dibine vurmuş artık Chattam, ilk kitabını düşününce bu konuda kendini oldukça geliştirdiğini söyleyebilirim. İlk defa bir kitapta midemin ağzına geldiğini hissettim. O yüzden de zaten bu yazının başlığına “Leş gibi bir kitap!” dedim. Bir de gerilim romanlarının klişesi olan “tüyleriniz ürperecek” olayını yaşadım. Kısacası benim için güzel bir kitaptı. Şiddetle tavsiye ediyorum. Yalnız neden “leş”, onu anlayamadım,çeviriyle ilgili olabilir belki!
NOT: Baş karakterin adının “Craig” olması da hoş bir ayrıntıydı bence, bu alanda iyi bir yazar olan Craig Russell’i hatırladım hemen. Acaba Chattam bunu bilerek mi yaptı yoksa sadece rastlantı mı?

“Şeytanın bile aklına gelmeyecek baş döndürücü bir ticaretin –yaşamlarımızın değiş tokuşu- yapılacağı, bilinmeyen bir yere hareket işareti bekliyoruz. Kendi hayatımızı kurtarmak uğruna başkalarının hayatlarını yok etmek için. Bir özgürlük anlayışını hakim kılmak için. Biz lanetlenmişiz sevgilim. Kendimize yaptığımız kötülük o kadar büyük ki, kendi kendime hep bu lanetin gelecek kuşaklarda ortaya çıkıp çıkmayacağını soruyorum. Geçen Pazar günü, köydeki kantine yiyecek içecek götürme işine nezaret ederken iki çocuğa rastladım. Onları gördüğümde utandım. Kendimizden utandım. Onlara bellettiğimiz tarihten. Tüm bu medeniyet, tüm bu ilerleme, verilen sözler, sorunlarımızı katliamla çözmek için miydi? Adamlarımızdan birçoğunun savaşa girme nedenimizin farkında bile olmadıklarını biliyor musun? Karşı tarafta da durumun aynı olduğuna eminim.” ( syf: 12)

“Savaş olmasaydı bunlar gerçekleşmiş olurdu, bundan eminim.”
Ann elindeki bardağa baktı.
“Savaş mı? Bu, hiçbir şey yapmamak için bir bahane. Her zaman sürdürülecek bir savaş vardır, barışta bile. Şüphelere, ağır iş hayatına, büyümeye engel olan yaralara karşı sürdürülmesi gereken bir savaş.” (syf: 205)

“Üstelik onu sakinleştirmek için aklıma ne gelirse söylüyordum, buna bayılıyorum. Bir saniye içinde bir şey anlamaz hale gelirler; kim kimdir, kim ne yapıyor, ne için yapıyor bilemezler. Biliyor musunuz, birini kımıldayamaz hale getirmek için en iyi yol, onun kafasını karıştırmaktır, böylece ne yapacağını bilemez, kafasında binlerce çelişkili düşünce belirir ve bunlardan hangisinin işe yarayacağını bir türlü anlayamaz.” (syf: 374)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder