14 Eylül 2012 Cuma

74. AÇLIK OYUNLARI BAŞLASIN!

1. baskının Şubat 2009 olduğunu düşünürsek, bu kitabı okumak için oldukça geç kalmışım. Gerçi okurken hayal meyal de olsa kitapçının birkaç defa “iyi bir seri,çok beğeniliyor” dediğini, ısrarla tavsiye ettiğini hatırladım; ama kitapçılar için birçok kitap “çok beğeniliyordur, çok satılıyordur, mutlaka tavsiye ediyorlardır,kitaplıkta bulunması gereken bir eserdir” ki bu kitaplara hep şüpheyle yaklaşırım. Sonuçta o kadar süper olsa duyarız bir şekilde.. Sanki bu kitaplar bize iteleniyormuş gibi bir duyguya kapılırım ve o kitaplardan özellikle uzaklaşırım, üstelik bu kitabın kapağı ilgi çekmekten o kadar uzak ki… En azından benim için! Hiç albenisi yok. Üstelik arka kapağı okuduğunuzda da sürükleyici bir hikaye düşünemiyorsunuz! Neymiş efendim; mecburi bir oyun varmış, adı açlık oyunlarıymış, canlı yayınlanıyormuş, kazanırsan şöhret varmış, kaybedersen ölüm varmış ve saire. Böyle bir açıklama belki başka ülkelerde merak uyandırır ama burası Türkiye be kardeşim! Benzeri yarışmaları defalarca görmüşüm, izlemişim! Neden kitap olarak okuyayım ki! Asgari ücretle geçinme yarışması vardı çok seneler önce, yemeyip içmiyorlardı. Camiden su taşıyorlardı; çünkü en az para harcayan kazanacaktı. Dokun Bana diye bir yarışma vardı, belirli saatlerde yemek, belirli saatlerde tuvalet, onun dışında hep arabaya dokunacaksın, kim daha çok dayanırsa arabayı kapacak… Survivor, BBG... Ne ararsan zaten var. Kitap farklı bi şey vaad etmiyor, üstelik isimden kaybediyor. Zaten oyun açlık oyunu, aç bir insan ne yapabilir ki! Biraz dayanır, sonunda ölür; ama bu arada açlıktan hareket edemeyeceği için aksiyon, macera hak getire.. Tahminimce iki sayfada anlatılabilecek bir öykü ama elimde kalın sayılmasa da ince de olmayan bir kitap var (384 sayfa) Meğer ortada büyük bir yanlış anlaşılma varmış. Bir arkadaş,çok güzel oku, diye daha haziran ayında verdi; ama araya arkadaşımı görmediğim bir yaz tatili girdi. Dolayısıyla okumadım ama okumaya da pek niyetlenmemiştim zaten. Fakat eylülde serinin diğer iki kitabı da aynı arkadaşla elime geçince hatır için “Okuyayım bari” dedim. İyi ki bu kadar hatırşinas bir insanım, çünkü kitap hakkaten çok güzelmiş. Capitol tarafından yönetilen on iki mıntıka (esir kampı da denebilir) ve her sene Capitol’un bir nevi işkencesi: Oyunlar. Her mıntıka bir kız, bir erkek “haraç” vermek zorunda. Kura ile belirlenen haraç oyunlara katılıyor. Sefalet ve açlık içindeki mıntıkalardan çok farklı bir dünyada yaşayan Capitol insanları için bu oyunlar vazgeçilmez bir eğlence kaynağı. Oyunun tek bir galibi çıkıyor, tabii diğerlerinin açlıktan ölmesini bekleyerek değil, diğerlerini öldürerek. İnsan mantıklı düşünmeye kalkınca “Nasıl olur da birbirini öldüren insanların her dakikasını canlı izlemek isterler?” diyor ama insanın olduğu yerde mantık ne arasın! Tarihte benzerleri o kadar çok ki! Tek fark onlar canlı yayınlanmıyordu çünkü teknoloji el vermiyordu. Yazar hayal gücüyle öyle bir dünya çizmiş ki sanki dünyanın bir yerlerinde gerçekten var. Anlatım çok akıcı. Stephenie Meyer bu kitap için “Yemekte bile masa altında okumaya devam ettim.” demiş ki hakkaten abartmıyor, insan sürekli merak ediyor “Acaba ne olacak?” diye. Sanki kitaptaki canlı yayın hakkaten canlı da sayfayı kapattığınızda kaçıracakmışsınız gibi hissediyorsunuz. Bir de geceleri uykusuz kalıp bu kitabı düşündüm, demiş Stephenie Meyer ama bu biraz kıskançlıktan kanımca; çünkü tamam güzel kitap ama yatıp düşünecek bir durum da yok yani. Uzun lafın kısası güzel kitap. Yalnız naçizane tavsiyem sakın filmini izlemeye kalkmayın. Bu kadar güzel bir kitap ancak bu kadar rezil edilebilir! Sadece on dakika izleyebildim filmini. Kitaba ayıp etmişler. Kitabı okuduğum halde filmin birçok yerinde “Ne yapıyor bunlar!” demekten kendimi alamadım. Kitabın gazıyla hemen film çekmişler herhalde ama bu kitap anlatılmaz, ancak okunur! İyi okumalar!

“Her nasılsa, okulda konu dönüp dolaşıp kömüre bağlanıyor. Temel okuma ve Matematik dışında, eğitimimizin büyük kısmı kömüre bağlantılı. Tabi her hafta tekrarlanan Pamen tarihi söylevleri dışında… Genelde Capitol’e ne çok şey borçlu olduğumuz konusunda lakırdılar dinliyoruz. Bana, anlattıklarından çok daha fazlası olmalı gibi geliyor; ayaklanma sırasında yaşananların gerçek tarihinin bir kaydı mutlaka olmalı. Ama bu konuya kafa yormaya pek fazla zaman ayırmıyorum. Gerçek her neyse, soframa yemek getirmeye yarayacağını hiç sanmıyorum.” (syf: 46-47)

“Capitol’de insanları daha genç ve zayıf göstermek için bir takım ameliyatlar yapılıyor. Oysa, 12. Mıntıka’da pek çok insan hayata erken yaşta veda ettiği için, yaşlı görünmek başarı sayılıyor. Yaşlı bir insan görünce, uzun ömrü için tebrik etmek ve işin sırrını sormak istiyorsunuz. Etine buduna dolgun insanlara hepimiz imreniyoruz çünkü bu, o insanların bizim gibi sıkıntı çekmedikleri anlamına geliyor. Ama burada durum çok farklı. Kırışıklar istenmiyor. Şişkin bir göbek başarı göstergesi sayılmıyor.” (syf: 133)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder